top of page

Yanıp Kül Olmak

  • guneshilhan
  • 1 Haz 2023
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 18 Haz 2023

Acısını hissetmediğimiz yaraları iyileştiremeyiz. ~ S. R. Smalley

Friedrich Justin Bertuch, Bilderbuch für Kinder, 1790–1830 (Eigenbesitz), Fabelwesen.(Wikimedia)

Derler ki biz izin vermedikçe kimse bize kötü davranamaz ve bizi incitemez. Bunu teorik olarak söylemek kolaydır, ama ya uygulamak? Konu bu ifadeyi içselleştirmeye, kendi sınırlarımızın bir daha bu şekilde aşılmasına izin vermemeye gelince, bunun ne kadar zor olduğunu anlarız. Ama tüm bu zorluğuna rağmen kesinlikle imkansız değildir.

Elbette kendimize bir günden diğerine istediğimiz kapsamda bir sınır çizemeyiz, ama buna dair farkındalığımızı canlı tutttuğumuz ve bu farkındalığa günlük yaşamımızda işlevsellik kazandığımız takdirde her gün sınırımızı bir santim daha genişletebilir ve sınırımızdaki olası izinsiz giriş bölgelerine bir uyarı alarm sistemi kurabiliriz.

Bunu yapmak kendi bölgemizde yeni hasarlar oluşmasını engeller ve biz sınırlarını her gün yeniden belirlediğimiz alan içerisinde gerçek kendimizi bulmaya çalışırız. Bu kendimizi bulmaya çalışma süreci genellikle mehter yürüyüşü gibidir. İki adım atar, bir adım geri geliriz. Sonuçta ilerleriz ama bazen o geri adımlar bizi umutsuzluğa düşürür ve bu gibi zamanlarda adımlarımızı bir ileri iki geriye çevirmeye meylederiz. Bu meylediş ya yeni bir duruma atım atarken ya da geçmişe doğru bir anı tazeleme yaşarken tetiklenir. Daha doğrusu bu ikisi bir zincirlemeyle yaşatır bunu bize.

Her geçen gün kendimizi biraz daha farketmeye başladığımızda, geçmişi de daha fazla farketmeye başlarız. Karşımıza çıkıp bize meydan okuyan her yeni zorlu durum ve ona yaklaşımımız bize “eski bizi” daha çok farkettirir. Katettiğimiz yolda yaşadığımız değişim ve dönüşüm sayesinde eski bizle yeni biz arasında oluşan farkı farkederiz. Geçmişte kendimize nasıl bir rol biçtiğimizi, kendimizi nasıl bir kurban konumuna soktuğumuzu, karşımızdakini nasıl manipule ettiğimizi ya da nasıl manipule edildiğimizi, karşımızdaki ile bir ittifak içerisinde aslında her iki tarafın da kendi üzerinde çaba harcayıp çözümlemesi gereken yanlarımızı bilakis olduğu biçimiyle nasıl beslediğimizi her geçen gün biraz daha farkederiz.

Bunları farketmek yaşamımızda her zaman olumlu bir adımdır. Ancak bu her ne kadar olumlu bir adım olsa da ve biz bunu bilsek de, “o farkettiğimiz anda varolmanın dayanılmaz ağırlığını” yaşarız. Evet, geçmişte yaşadıklarımıza bizim kendi yaklaşımlarımız ve davranış kalıplarımız sebep olmuştur ve biz bunları giderek daha fazla farkettikçe kendimizi değiştirip dönüştürme yolunda yeni adımlar atarız, ama her insanoğlu gibi tüm bu hesaplaşmalar ve vedalaşmalarda bir yandan da kendi şeytanımız bizi dürter. Şeytanımızı kullanmak için şiddetli bir arzu duyarız. Hatta belki aynaya baksak boynuzlarımızı ve elimizdeki çatalı görebiliriz (!). Canımızı yakanın canını yakmak isteriz. “Evet ben bunların bana yapılmasına kendim sebep olmuş olabilirim ama sonuçta karşımdaki de bunları bana yapma potansiyeli olan bir kişiydi, dolayısıyla o da yaptıklarını farketmeli ve bunun bedelini ödemeli” deriz.

Fakat ne onun canını yakmak ne de bir bedel ödetmek bize kendimizi daha iyi hissettirecektir. Evet, canımızı yakanın canını yakmak isteriz, çünkü aslında bizim canımız hala yanmaktadır, hem de alev alev. Geçmişte kendimize biçtiğimiz değeri farkettikçe içimizi bir acı kaplar, kendimize yaşattıklarımıza üzülürüz. Ama kimi zaman da yaşananlara bağlı olarak karşımızdakine yaşattıklarımıza, onun canını acıtmış olmamıza ve harcanan birlikteliğe üzülmek vardır. Böylesi durumda da şeytanımız değil, vicdanımızdır bizimle konuşan. Yani işimiz karanlıkla, karanlığı aydınlığa çıkarmakladır ve kasvetlidir. Öfke, pişmanlık, utanç ve yas tüm bu duyguların ağırlığıyla elimize bir silgi alıp geçmişi silebilmek geçer yüreğimizden. Ancak geriye dönme imkanımız olmadığı için iki ileri bir geri de olsa ileriye doğru adım atmaya devam etmekten başka çaremiz, başka çıkışımız yoktur. Bu duyguları yaşayıp onlarla yanıp kül olmak ve kendi küllerimizden yeniden doğmak böyle bir şeydir.

Bu yanıp kül olma süreciyle daha kolay baş edebilmek için kendimize özgü bazı ritüeller geliştirebiliriz. Mesela kendi içimizi ayıklayıp arındırmayı, günlük yaşamımıza mekânımızı ayıklayıp arındırmak şeklinde yansıtabiliriz. Bazı eşyaları, örneğin üzerimize olmayan ya da giydiğimizde içerisinde kendimizi beğenmediğimiz giysileri veya yıllardır asla ihtiyaç duymadığımız halde ısrarla ya lazım olursa diye muhafaza ettiğimiz eşyaları atabilir, onlarla vedalaşabiliriz. Ardından da bunu başardığımız için bir kutlama düzenleyebiliriz. Ya da oturup yazabiliriz. Bir “eski ben” ve bir de “yeni ben” listesi yapabiliriz. Sonra da “eski ben” için müzik ve mum ışığı eşliğinde bir cenaze töreni düzenleyebilir, “eski ben”i yakıp küllerini toprağa ya da denize savurabilir, onu uğurlayabiliriz.

Kendimize özgü olarak belirleyeceğimiz bu ritüeller bizim için eskiye bir vedadır ve yeniye yönelmemizi kolaylaştırır. Böylelikle eskiye hoşçakal der, yolumuza koyulur ve yeniye merhaba deriz.

Yolunuzda yenilerin bol olması dileğiyle yolunuz açık olsun.

© Güneş İlhan, 29.03.2013, İstanbul


 
 
 

Comments


bottom of page